SON PERDE
Genç adam
içtiği çayın sıcaklığını saklamak istercesine ağzını sımsıkı kapattı. Cebinden
çıkardığı bozuk parayı çay tabağının kenarına bıraktı. Bir eliyle atkısını
düzeltirken diğer eliyle kitabını masanın üzerinden aldı. Karşıya geçmek için
hazırlanırken bir karışıklık fark etti.
Arabanın
korna sesi ve bunun yanında şoförün gereksiz dur kalk yapması. Bunaltıcı ve
ürkütücü bir mesafede, sahibi tarafından zor zapt edilmiş azman bir köpek. Annesinin
elinden tutmuş beş yaşlarındaki bir erkek çocuğun minik tekme hamleleri. Yaşlı
bir adamın bastonuyla pek de nazik olmayan kurtarma çabaları. Umursamayan ve fark
etmeksizin geçip giden insanlar. Ne için bütün bu karışıklık?
Araba, köpek, çocuk, yaşlı adam ve umursamayan
birkaç insan…
Karşıda
sadece bir kedi vardı.
Kedi ne
yapacağını şaşırmıştı. Genç adam bir an düşündü.
Her şey bir
an…
Genç adam kedi
oldu.
Ben
doğduğumda, babam yoktu ya da vardı ben görmedim. Şıpsevdi olduğundan başka diyarlara
aşk aramaya gitti derdi, annem. Annemin dediğine göre kül renginde bir kediymiş,
babam olacak adam.
Pardon…
Kedi!
Adam!
Ne diyeceğimi bilemedim. Zira bizi adamdan saymıyorlar.
Olsun o zaman ben “Kedi Adam” diyeceğim. Kardeşlerimin çoğu başka mahallelere
dağıldı. İçimizde bir tek “Mavi” şanslıydı. Gözleri masmavi ve kabarık beyaz
tüyleri olan güzel bir kediydi.
Onu da genç bir kadın evine aldı, eminim
mutludur. Emin olmayayım, umarım mutludur. Oysa kardeşim, aynı gün bir trafik kazası
sonucu aramızdan ayrıldı.
Aslında insanlardan beklediğim bir s…
Genç adam,
bu keşmekeşliği bir sesle bozdu.
-Gel pisi
pisi, gel…
Kedi önce
tereddüt etti, sonra biraz daha tereddüt etti. Önünde onu çokta umursamayan şoför,
yan tarafında onunla tehlikeli oyunlar oynamak isteyen bir köpek, onu kurtarmak için
savrulan minik günahsız tekmeler, rastgele savrulan baston hareketleri ve
daralan bir yol. Bütün bunları bastırıp kalbini yumuşatan bir “pisi pisi”…
Kedi, genç
adamla buluştu. Araba hışımla gaza basıp yoluna devam ederken, yaşlı adam bir dükkâna
girdi. Gençler diğer sokağa dönerken, kediye bakmakta ısrar eden çocuk annesi
tarafından çekiştirilerek gitti.
Şimdi Genç adam ile Kedi adam kucaklaştılar. İkisi de birbirini bağrına bastı…
...
Bu hikaye
genç bir adamın, üç yıl önce bir kedi ile başlamış olduğu dostluk hikayesiydi.
Adam bunu yazarken kedi, adamın içinde “sevgi” olarak yaşadı. Kedi hırıltısı saat
tıkırtısını kesmişti.
İKİNCİ PERDE
Son
zamanlarda insanın geriye doğru giden bir varlık olduğunu düşünmeye başladım.
Geriden kastım geldiğimiz yere gitmek… Dünyada belli bir zamana kadar ileri
gidebiliyoruz. Ve ne hikmetse zamanın bizim için bir geri sayım olduğunu
unutuyoruz.
Eğer bir
tiyatro oyunu yazsaydım bu son perdeden başlayan bir oyun olurdu. Nasıl? diye
düşünebilirsin. Son Perde!
Yani olay
örgüsünü sonuç, gelişme ve giriş yapardım. Kötü başlangıcı ve mutlu sonu olan
bir oyun düşünelim. İşte ben o mutlu sonu en başta, kötü başlangıcı ise en
sonda verirdim. En başta mutlu eder ve sonunda kimileri hafif mutsuz, düşünceli
bir şekilde gidebilirdi evine. Ve her perdedeki oyunun birbirinden alakasız
gibi görünmesinin yanında gizli bir bağlayıcılığı olmasını isterdim. Bunu
yapamam biliyorum. Zira bunu en güzel hayat yapıyor. Hoş tiyatrodan anlamam
bunlar naçizane fikirlerim.
BİRİNCİ PERDE
Genç adam,
tüm gece boyunca bir sağa bir sola dönüp durdu. Bir ara uyuyamamasının tek
suçlusunun, camı kırık duvar saatinin tıkırtısı olduğunu düşünmeye başlamıştı.
Aklına Nikola Tesla gelmişti. Yan odadaki saat tıkırtısını duyan ve kâbuslarla dolu
hayatı olan bir dâhiydi. “Aslında tam olarak bu ben değilim”, dedi. Vefat eden
kardeşinin kâbusunu neredeyse her gece gören bir deha olmadığının farkındaydı.
Daha sonra kendini Dostoyevski’nin Suç ve Ceza kitabındaki “Raskolnikov”
karakteri olarak hayal etmeye başladı. “Hayır, hayır bu da değilim”, dedi. Ne
bir tefeci kadın vardı ortada nede bir Sonya. Belki de Victor Hugo’nun Sefiller
kitabındaki “Jan Valjan”… Tekrar genç adamın içinden bir ses: “ Hayır, hayır… Sen
Jan Valjan değilsin. Evet, belki basit suçlar için ağır bedeller ödetiyorsun
kendine ama bu sen değilsin.”
Ve içindeki
ses devam etti:” Geçmişine takılan her insan bir kürek mahkûmudur, tıpkı Jan
Valjan gibi...”
Geçmiş geçmemişse
eğer gelecek gelmeyecek.…
Düşündü,
daha da düşündü ve düşünürken bir sarhoş yorgunluğu çöktü üzerine, uyuya kaldı.
Dün gece ne yaşandı tam hatırlamıyordu?
“Herkesten
bir parça olduğu kadar, kendisinden paramparça olduğu…”
Aslında nice hayatların, karakterlerin, hatta
henüz gösterime girmemiş tiyatroların içinde olduğunu biliyordu. Madem gösterime girmemiş
tiyatrolar bile içimde…
Güzel bir
selamı hak etmiyor mu? Son perde.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder