KÖY
Arkadaşlarla
muhabbetin en koyusunu yaparken bir telefon çaldı. Ekrem telefonunu açtı.
Hüzünlü, hafif ağlamaklı bir ses: "Ekrem… oğlum eve gel, babaanneni
kaybettik."
…
Derin bir sessizlik oldu ve arkadaşımın gözünden
birkaç damla yaş yanaklarından süzülmeye başlamıştı. Doğruca ona sarıldık ve
tesellisi zamana kalmış bu üzücü olay için ne diyeceğimizi bilemeden konuştuk.
Daha sonra o evine gitti. Biz ise onun arkasından derin bir sessizliğe
büründük. Ekrem'in babaannesini, muhtemelen Bursa'daki köylerine
defnedeceklerdi. İnsanın: "Dünya boş
yahu!" dediği zaman, muhakkak hayatın işleyişinde hoşuna
gitmeyen bir şeyler olmuştur. Bu da onlardan birisiydi.
Daha
sonra herkes kendi yakınlarını kaybettiği zamanki hislerinden bahsetmişti. Kimi
amcasını, kimi çok sevdiği teyzesini, kimi annesini kaybettiği zamanlardı
bunlar… Liste uzayıp giderdi. Kimisi güzel anıları beraber yaşayıp kaybettiği
insanları hatırlayıp üzülürken, kimisi de ben daha çok küçüktüm keşke
tanıyabilseymişim diye hüzünleniyordu. Muhabbet etmek için toplandığımız
arkadaşımın terası şimdiden bir cenaze evi olmuştu. Muhabbet edemiyorduk. Madem
konu böyle gidecekti bende özlediğim bir kadını anlatmak istedim.
"Hayatta
en sevdiğim kadındı babaannem" diyerek anlatmaya başladım. Karnemi
aldığımda ve yanında başarılı olduğumu gösteren takdir, teşekkür belgelerini
çokta umursamazdım. Hatta karnen nasıl? Diye sorulduğunda sadece
"iyi" derdim.
En büyük karne hediyem ise yazın köye gitmekti. Karne
almak demek benim için ne bir bisiklet sahibi olmak ne de herhangi bir ödül
almaktı. Benim için en güzel hediye köye, dedemin ve babaannemin yanına
gitmekti.
Babam,
amcamlar ve halamın büyüdüğü ahşap ev tam bir anılar müzesiydi. Ben ya da bir
başkası ne zaman köye gitse, babaannem namazlar kılar, eline tespih alır dualar
ederdi. Yaz evi dediğimiz küçük ahşap evin odasında, misafirini beklerdi.
Minderlerin olduğu küçük tatlı bir odaydı. Çocukların büyük bir kısmı gibi bende
kendime minderlerden ev yapmaya ve kendi hayal dünyamda yaşamaya bayılırdım.
Yaz evi küçük olabilir ama benim dünyam çok daha büyüktü. İşte böyle bir odanın
penceresinde beni bekleyen bir çift göz, ağzı dualı bir kadın vardı. Köye
vardığımda beni karşılayan bu kadın bana hep şunu hissettirmişti:"Saat
kaçta gelirsen gel, ben buradayım ve dualarımla yollarını bekliyorum."
Yaklaşık
on dört sene oldu onu görmeyeli ve teni bisküvi kokan bir insana daha
rastlayamadım. O benim için hoş kokulu, tatlı ve damarına basıldığında bir o
kadar aksi bir kadındı. Kocaman bir ilaç poşeti ile hayatı yaşamanın ne denli
zor olabileceğini belki de o yaşta kavrayamıyordum. Ona nefes almasında zorluk
oluşturan guatr ise durumu daha da zorlaştırıyordu. Bütün bir ayvayı yutmaya
çalışırken boğazına takıldığını düşündüğüm zamanlarımda olmuştu. Tabi bunda
küçük olmamın ve babaannemin bana yaptığı şakanın payı çok büyük.
Beni her
gün mutlu edebilecek şekerleri ve çikolataları vardı. Dedem ile tartışmalarını
hatırlıyorum, o zamanlar pek çok kez bu sahneye gülerken şimdi neden üzülüyorum
bilmiyorum. Dedem şuanda doksan iki yaşında ve seni çok özlüyor babaannem.
Belki gelsen bir hafta sonra yine kavga edersiniz ama bu kez kısa bir süre
içerisinde tatlıya bağlayacağınıza eminim. Bence dedemin en güzel şiiri, yazmış
olduğu şiirleri değildi… Seni tanıması ve bir ömrü seninle yaşamasıydı
babaannem.
O günü hiç
unutamıyorum. Ablamın sınıfımıza gelip, babaannemi uğurlamış olduğumuzu
söylediğinde… Sanırım on üç yaşlarında olan bir çocuk için herkesin içinde
ağlamak -en zor durumda bile- utanç vericiydi. En güzel ve en masum
utançlarımdan birisi ile uğurladım seni. Keşke öğretmenimiz ablam beni almaya
geldiğinde, herkesin içinde ısrarla konuyu çokta sorgulamasaydı. Gitmem gerektiğini
ve olan durumu yolda öğrenmemi istemek pekte bir şey değiştirir mi?
Bilmiyorum.,. Belki üç dakika dahi olsa onun aramızdan ayrılışını hissetmeden
yaşardım, diye çok düşünmüştüm. Bildiğim tüm duaları bana öğreten, helal
lokmanın ne olduğunu anlatan ve beni "kuru bitim" diye seven şefkat
dolu kadın. Yaramazlığımla seni yorduğum halde beni en çok koruyan sendin.
…
Geçtiğimiz
yaz yine köydeydik bu kez çok şey değişmişti. Eski ahşap evin yerini beton bir
bina almıştı. Ev görünüş itibariyle epey güzeldi. Pencereleri çok daha büyüktü.
Hatta penceresinden bir değil bin çift göz bakabilirdi. Fakat yoktu…