16 Ekim 2019 Çarşamba

KÖY



KÖY

Arkadaşlarla muhabbetin en koyusunu yaparken bir telefon çaldı. Ekrem telefonunu açtı. Hüzünlü, hafif ağlamaklı bir ses: "Ekrem… oğlum eve gel, babaanneni kaybettik."


Derin bir sessizlik oldu ve arkadaşımın gözünden birkaç damla yaş yanaklarından süzülmeye başlamıştı. Doğruca ona sarıldık ve tesellisi zamana kalmış bu üzücü olay için ne diyeceğimizi bilemeden konuştuk. Daha sonra o evine gitti. Biz ise onun arkasından derin bir sessizliğe büründük.  Ekrem'in babaannesini, muhtemelen Bursa'daki köylerine defnedeceklerdi. İnsanın:  "Dünya boş yahu!"  dediği zaman, muhakkak hayatın işleyişinde hoşuna gitmeyen bir şeyler olmuştur. Bu da onlardan birisiydi.

         Daha sonra herkes kendi yakınlarını kaybettiği zamanki hislerinden bahsetmişti. Kimi amcasını, kimi çok sevdiği teyzesini, kimi annesini kaybettiği zamanlardı bunlar… Liste uzayıp giderdi. Kimisi güzel anıları beraber yaşayıp kaybettiği insanları hatırlayıp üzülürken, kimisi de ben daha çok küçüktüm keşke tanıyabilseymişim diye hüzünleniyordu. Muhabbet etmek için toplandığımız arkadaşımın terası şimdiden bir cenaze evi olmuştu. Muhabbet edemiyorduk. Madem konu böyle gidecekti bende özlediğim bir kadını anlatmak istedim. 

         "Hayatta en sevdiğim kadındı babaannem" diyerek anlatmaya başladım. Karnemi aldığımda ve yanında başarılı olduğumu gösteren takdir, teşekkür belgelerini çokta umursamazdım. Hatta karnen nasıl? Diye sorulduğunda sadece "iyi" derdim.
En büyük karne hediyem ise yazın köye gitmekti. Karne almak demek benim için ne bir bisiklet sahibi olmak ne de herhangi bir ödül almaktı. Benim için en güzel hediye köye, dedemin ve babaannemin yanına gitmekti.

         Babam, amcamlar ve halamın büyüdüğü ahşap ev tam bir anılar müzesiydi. Ben ya da bir başkası ne zaman köye gitse, babaannem namazlar kılar, eline tespih alır dualar ederdi. Yaz evi dediğimiz küçük ahşap evin odasında, misafirini beklerdi. Minderlerin olduğu küçük tatlı bir odaydı. Çocukların büyük bir kısmı gibi bende kendime minderlerden ev yapmaya ve kendi hayal dünyamda yaşamaya bayılırdım. Yaz evi küçük olabilir ama benim dünyam çok daha büyüktü. İşte böyle bir odanın penceresinde beni bekleyen bir çift göz, ağzı dualı bir kadın vardı. Köye vardığımda beni karşılayan bu kadın bana hep şunu hissettirmişti:"Saat kaçta gelirsen gel, ben buradayım ve dualarımla yollarını bekliyorum."

         Yaklaşık on dört sene oldu onu görmeyeli ve teni bisküvi kokan bir insana daha rastlayamadım. O benim için hoş kokulu, tatlı ve damarına basıldığında bir o kadar aksi bir kadındı. Kocaman bir ilaç poşeti ile hayatı yaşamanın ne denli zor olabileceğini belki de o yaşta kavrayamıyordum. Ona nefes almasında zorluk oluşturan guatr ise durumu daha da zorlaştırıyordu. Bütün bir ayvayı yutmaya çalışırken boğazına takıldığını düşündüğüm zamanlarımda olmuştu. Tabi bunda küçük olmamın ve babaannemin bana yaptığı şakanın payı çok büyük.

         Beni her gün mutlu edebilecek şekerleri ve çikolataları vardı. Dedem ile tartışmalarını hatırlıyorum, o zamanlar pek çok kez bu sahneye gülerken şimdi neden üzülüyorum bilmiyorum. Dedem şuanda doksan iki yaşında ve seni çok özlüyor babaannem. Belki gelsen bir hafta sonra yine kavga edersiniz ama bu kez kısa bir süre içerisinde tatlıya bağlayacağınıza eminim. Bence dedemin en güzel şiiri, yazmış olduğu şiirleri değildi… Seni tanıması ve bir ömrü seninle yaşamasıydı babaannem.

         O günü hiç unutamıyorum. Ablamın sınıfımıza gelip, babaannemi uğurlamış olduğumuzu söylediğinde… Sanırım on üç yaşlarında olan bir çocuk için herkesin içinde ağlamak -en zor durumda bile- utanç vericiydi. En güzel ve en masum utançlarımdan birisi ile uğurladım seni. Keşke öğretmenimiz ablam beni almaya geldiğinde, herkesin içinde ısrarla konuyu çokta sorgulamasaydı. Gitmem gerektiğini ve olan durumu yolda öğrenmemi istemek pekte bir şey değiştirir mi? Bilmiyorum.,. Belki üç dakika dahi olsa onun aramızdan ayrılışını hissetmeden yaşardım, diye çok düşünmüştüm. Bildiğim tüm duaları bana öğreten, helal lokmanın ne olduğunu anlatan ve beni "kuru bitim" diye seven şefkat dolu kadın. Yaramazlığımla seni yorduğum halde beni en çok koruyan sendin.

         Geçtiğimiz yaz yine köydeydik bu kez çok şey değişmişti. Eski ahşap evin yerini beton bir bina almıştı. Ev görünüş itibariyle epey güzeldi. Pencereleri çok daha büyüktü. Hatta penceresinden bir değil bin çift göz bakabilirdi. Fakat yoktu…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder